İGOR TUDOR-GS KARİYERİ ÜZERİNE

 Birazcık uzun bir yazı olacak, genel olarak kronolojik biçimde yapacağım bu incelemeyi, yorum kadar bilgi de içerecek. Umarım sıkılmadan okursunuz.

 Tudor, Karabükspor ile ligde çıktığı ilk maçta Türk Telekom Stadyumu'nda seyircisiz maçta hal ve hareketleriyle ilgi çekmiş, takımı da 1-0 mağlup olmasına rağmen çok iyi futbol oynamış, daha ligin ilk haftasında çabuk yorum yapmayı seven insanlara 'Karabük iyi hoca bulmuş' dedirtmişti.

 Ligin 19. haftası geldiğinde ligde 10. olmasına rağmen iki hafta arayla evinde Galatasaray ve Beşiktaş'ı 2-1 mağlup edince birden Riekerink ile yolları ayıran Galatasaray'ın gündemine gelmişti. İç sahada ligde Karabükspor ile 3. sırada yer alan Tudor dış sahada 9 maçta 1 galibiyet 1 beraberlik 7 mağlubiyet ile 17.sırada yer alıyordu. Aslında bu deplasman performansı bir büyük takıma hoca olmaya aday biri için büyük bir engel olmalıydı. Ancak Beşiktaş'ı 2-1 yendikleri maçın devre arasında Barış Başdaş'a attığı fırça ile 'bizim sevdiğimiz tarz teknik direktör' olma yolunda bir adım daha atmıştı Tudor ve taraftarlar da bu tarza sahip, karizmatik, kenarda hareketli, üstelik Galatasaray ve Beşiktaş'ı 2 hafta arayla yenmiş bu teknik direktörü istemişlerdi. Nihayet sonuç olarak Dursun Özbek yönetimi bir karar aldı ve İgor Tudor ile Galatasaray'ın yolları 16-17 sezonunun 20. haftasında kesişti.

İgor Tudor'un ilk sınavı Rize deplasmanıydı. Önündeki Rize deplasmanı ve içerdeki Beşiktaş maçından çıkarılacak 6 puan Galatasaray'ı tekrar şampiyonluğun en büyük adaylarından biri yapacaktı. Taraftar bu hesapları yaparken, üstelik yeni hoca gelmesinin de yarattığı sinerji ortadayken birden morallari bozacak bir haber geldi Florya'dan. İlk 20 hafta Galatasaray'ın topladığı puanların yarısından fazlasında ya golü ya asisti olan Bruma daha ilk günden Tudor tarafından kadro dışı bırakılmış, Rize'ye götürülmeme kararı alınmıştı. Bunun nedeni asla tam olarak açıklanmadı. Kimileri Bruma yedek kalmayı kabul etmedi dedi, kimileri de Tudor ilk günden otoriter bir tavır sergilemek istedi dedi ama sonuç olarak Bruma'sız Rize'ye giden Galatasaray Rize'de 75. dakikada yediği golle 1-1 berabere kaldı. 

Üçlü  defans dörtlü defans tartışmalarına burada gireyim diyorum çünkü golü dakika 75'de yiyen Galatasaray'ın hocası Tudor dakika 72'de iyi oynayan Linnes'i oyundan alıp Ahmet Çalık'ı oyuna sürerek üçlü savunmaya dönmüştü. Daha 3 dakikada üçlü defans ilk zararını vermişti Galatasaray'a. Elbette ironi yapıyorum golün üçlü defans ile bir ilgisi yok, Tolga'nın gereksiz faulü sonrası frikikten yenen bir gol vardı ama sonuçta Galatasaray ağır yara almıştı.

Artık yazımın yorum kısmına biraz biraz geçeyim diyorum. Tudor ertesi hafta Beşiktaş derbisine yine üçlü defans ile çıktı ve maçı 1-0 kaybetmesi ile şampiyonluk yarışına Galatasaray büyük ölçüde havlu attı. Önemli olan 3 defans ile çıkması değil. Üçlü savunma dizilişi futbolda varolan dizilişlerden biri ve gayet bu sistemle başarılı olan takımlar var. Ancak 3 defanslı takım dizilişini 3 stoper ile kurmayı pek sağlıklı bulmuyorum öncelikle. 3 defansı 3 stoper ile kursanız bile takımın gerisi buna uygun olmalıdır. Siz 3 stoper ile oynarken önde de Jong, onun önünde sağ iç Sneijder  sol iç Bruma ikilisi oynarsanız oyun kurma açısından kanat oyuncularına muhtaç olursunuz. Bu maç özelinde kenarlarda Yasin-Carole var. Onların karşısında ise Quaresma ve Babel. Adam karşılamaktan yorulan bu kanatlar (üstelik bu kısıtlı tekniğe sahip kanatlar) ile rakip kaleye gitmeniz mucize gibi bir şey. Bir de hayatında hiç orada oynamamış, o mevkide hiçbir şey yapmayı size hayal ettirmeyen sağ iç bir Sneijder ortaya koymak gerçekten çok mantıksız. Nitekim maç bir penaltı itirazı getirecek Yasin’in pozisyonu ve bir kenar ortasında Podolski’de kalan topun auta vurulması ile 0-1 Beşiktaş lehine sonuçlandı. Olumlu tek şey Galatasaray’ın pozisyon vermemesiydi. Ancak topu kullanmada çok çok kötü bir Galatasaray vardı o gün. Hiçbir şey üretememişti Galatasaray.

Tudor üçlü felsefesinden vazgeçmedi ve devam eden 2 haftada Antalya ve Gençlerbirliği’ni 90. Dakikada atılan gollerle 3-2 mağlup etti. Sırada Trabzon deplasmanı vardı. Bu kez 3 stoperle değil tek stoper ile üçlü oynuyordu  Galatasaray. Cavanda-Semih-Carole üçlüsü ile çıkmıştı maça. Bu kez arkadan top daha sağlıklı orta sahaya getiriliyordu fakat Yasin-Linnes kenarları yine ne top alabiliyor ne saklayabiliyor ne taşıyabiliyor ne de oyun kurabiliyorlardı. Zaten ikisi de bu tarz oyuncular değillerdi. Nitekim olağanüstü kötü bir oyunla Galatasaray 2-0 kaybetti maçı.

Tudor bu inanılmaz kötü oyundan sonra dörtlü savunmaya döndü. İç sahada Adana maçı vardı. Orta sahada ise Selçuk’un partneri olarak Josue’ye görev verdi. Josue o gün müthiş top oynadı, gayet sertti, iyi oyun kurdu, rakibi çok sağlam karşıladı. Baya da top kapmıştı. Maçı Galatasaray 4-0 kazandı. Haftaya Galatasaray zorlu Başakşehir maçına çıkarken herkes Tudor’un ne yapacağını, Josue’yi yine orta sahanın ortasında oynatıp oynatmayacağını merak ediyordu. Tamam Josue Adana maçında çok iyi oynamıştı ama Başakşehir başka bir maçtı. Tudor bir karar verdi. 8 numarada Josue ile çıktı ancak bu sefer Galatasaray’ın Adana’ya uyguladığı tarifeyi Başakşehir Tudor’un takımına uygulamıştı. Maç 4-0 kaybedilmişti.

Bu Tudor’un Galatasaray’daki ilk hatası oldu. Ancak kimse Tudor’u asıp kesmedi. Her teknik direktör hata yapar, üstelik geçen hafta olan bir şeyi denemek çok da mantıksız değildi. Tudor bu maçta başka bir hata yapmıştı. 4-2-3-1 sistemindeki 3 kişinin, yani forvet arkasındaki 3 oyuncunun tamamı kanat oyuncularından oluşuyordu. Rodrigues-Yasin ve Bruma. Bu hata Riekerink’in kovulmasına sebep olan hataydı. Beşiktaş ile aradaki puan farkını 1 e indirme fırsatı gelen haftada iç sahada Kayserispor ile oynanan maça Riekerink yine aynı 3lü ile kurmuştu forvet arkasını. Ve Galatasaray inanılmaz kötü oynayarak maçı 1-2 kaybetti. Riekerink’in sonu olmuştu bu maç. O maçı izlemediği, izlediyse bile doğru çıkarımlar yapamadığı çok açıktı Tudor’un. 4-2-3-1 de o 3 kısmını üç kanat oyuncusuyla doldurmak bu takımı Kayseri maçında çok zor durumlara düşürmüştü. Riekerink bu hatayı elinde forvet arkasına koyabileceği Josue ile yapmışken yani Josue’yi yedek oturmuşken (Sneijder sakat veya cezalı idi) Tudor Sneijder ile yapıyor, Sneijder’i yedek oturtuyordu.

Nitekim Başakşehir maçı da Kayseri maçı gibi oldu. İnanılmaz kötü bir oyun vardı sahada. Bırakın pozisyona girmeyi ileride top bile tutamayan Galatasaray 4-0 mağlup oldu. Ligin devamında Galatasaray bir daha böyle forvet arkası ile oynamadı, lig öyle ya da böyle bitti. Galatasaray Tudor geldiği gün liderin 5 puan gerisinde iken, lig bittiğinde 13 puan arkada 4.sırada bulunuyordu.

Artık 17-18 sezonu başlıyordu. Daha temmuz ayında Uefa Avrupa Ligi 3. ön eleme turunda Östersunds ile eşleşmiş ve elenmişti Galatasaray. Bu gerçekten hiç hoş olmayan bir durum olmuştu. Ve malesef Tudor bu durumdan az da olsa sorumluydu. Evet daha transferlerin hepsi gelmemiş, takım rakip kadar hazır değildi ama Tudor yine aynı hatayı yapmıştı:    

Tudor  3 kanat oyuncusundan kurulmuş forvet arkası ile ilgili Riekerink 'ten ders almadığı gibi kendi hatasından da ders alamadı.Yaz döneminde gelen Belhanda ilk Östersunds eşleşmesi öncesi sakatlanınca Galatasaray 4-2-3-1 sisteminin forvet arkasını malesef Sinan-Yasin-Rodrigues üçlüsünden kurdu. Yine 3 kanat oyuncusu vardı sahada. Ve Galatasaray yine hiçbir şey oynayamadan, ileride top dahi tutamadan İsveç liginin sekizincisine 2-0 kaybetti maçı. Evet iyi takımdı Östersunds, kuzey takımıydı, ligi çoktan başlamıştı, bizden fizik olarak çok daha iyilerdi. Ancak Galatasaray yine de o takıma neredeyse hiç pozisyona girmeden elenmemeliydi.

Uefa'dan elendikten sonra Galatasaray Ndiaye-Fernando transferleri ile orta sahasını güçlendirdi. Bu ikili Herta Berlin ile oynanan hazırlık maçında 60. dakikada oyuna girince Galatasaray gerçekten 3-5 gömlek yukarı çıktı. Yarım saatte gözlerimizin pası silindi. Neredeyse yıllardır ilk defa derli toplu bir oyun gördük.

Her şey Tudor’un istediği gibi gidiyordu. Çok az Galatasaray teknik direktörüne gelen bir şans gelmişti Tudor’a. Bu şans istediği herkesi aldırmak değildi. İstemediği herkesten kurtulmaktı. Takımda görmek istemediği Bruma satıldı. Bruma Galatasaray’ın elle tutulur miktarda para edecek tek oyuncusuydu. Sneijder gönderildi Belhanda getirildi. Arkası Fernando ve Ndiaye ile güçlendirildi. Üstüne Mariano-Maicon-Gomis-Feghouli gibi gerçekten iyi transferler yapıldı. Bu takım kaliteli bir takım olmanın yanında tam  Tudor'un istediği takımdı.


Sezonun ilk maçında iç sahada Galatasaray Kayseri’yi inanılmaz bir pres ile boğarak 4-1 yendi. Haftalar ilerledikçe Galatasaray’ın presi git gide azalsa da takımda plan çok net görülüyordu. Fernando oyunu kurarken bir defans oyuncusu gibi orta sahadan stoperlerin arasına giriyor, sağ bekten Mariano kenardan fırlayıp gidiyor, eğer top kaybı olursa da Ndiaye Mariano'nun arkasını topluyordu. Futbolu dikkatli izleyenler Galatasaray'ın aslında üçlü savunma dizilişi gibi oynadığını görüyordu. Tudor Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra Trtspor'a verdiği röportajda 'Size bir sır vereyim, siz beni üçlü oynuyor diye eleştiriyordunuz, bu sene dörtlüye döndük sandınız ama biz hep üçlü oynadık, haha' tarzı bir söylemde bulundu. Biz bunu aslında görüyorduk ama Tudor bir şeyi kaçırıyordu. Semih-Ahmet Çalık-Hakan Balta üçlüsü ile Maicon-Fernando-Serdar üçlüsü çok farklıdır. Sadece kalite olarak söylemiyorum. Tarz olarak da farklıdır. Fernando'nun üçlüden biri olması ile, onun oyun kurma becerisi ile Ahmet Çalık nasıl bir olabilir? Üstelik kenarlar Yasin-Carole iken Mariano-Tolga olmuş. Birde Sneijder gitmiş onun tam zıttında, defansa ofanstan daha çok yardım eden Belhanda gelmiş. Bu değişimlere rağmen 'bakın biz hala üçlü oynuyoruz, siz farkedemediniz ve çok başarılıyız gördünüz mü' demek biraz mantıksız oluyor.

Çok eleştirdiğimiz Tudor için söylenecek olumlu şeyler de vardı elbet. Öncelikle kendisine saygı duymamı sağlayan bir felsefesi vardı. Presi sever, takımdaki herkesin koşmasını isterdi. Defans yapmaya en uç oyuncudan başlardı takımı. Futbol mantalitesi bir tarafa bir şeyler deniyordu, sadece kenardan izlemiyordu maçları. Bursa deplasmanında yaptığı 2 bek çıkarıp 2 kanat oyuncusu oyuna sokmak cesaret isteyen bir hamleydi. Maça etkisi ne kadar oldu tartışılır ama sonuçta maç 1-0 dan 2-1 Galatasaray lehine döndü. Herkes eleştirebilir Tudor’u ama kesinlikle bir şeyler yapmaya çalışıyor, kendi inandığı doğrulara paralel olarak hamleler yapıyordu. Bazen tutuyor bazen tutmuyordu hamleleri ama ona inananlar Tudor çok düz bir teknik adam olmadığı için inanıyorlardı.

Tabi ki Tudor’un Türkiye kariyerindeki en sansasyonel en mükemmel hamlesi Tolga Ciğerci idi. Takımı üçlüye yakın bir şekilde sahaya dizen Tudor ilk 9 hafta Muslera-Mariano-Maicon-Fernando-Serdar-Linnes-Ndiaye-Belhanda-Rodrigues-Tolga-Gomis 11’i ile sahaya çıktı. Evet Fernando defansı üçlüyor, evet Ndiaye savunmada Maicon’un arkasını topluyor hücumda Belhanda ile yan yana geliyor, evet Rodrigues bazen sağ forvet bazen sağ kanat gibi oynuyordu. Herkesin yeri belliydi. Ancak bu 11 adam içerisinde bir kişi serbest oyuncu pozisyonundaydı. Tolga Ciğerci.

Serbest adam yıllardır forvet arkasında, 10 numara pozisyonunda olan kişiye denirdi. Daha sonra o futbolcuya serbest adam denmekten çıktı 10 numara oldu. Artık dünya futbolunda o da kalmadı neredeyse. Neyse biz serbest adama o mevkide alışmışken Tudor birden Tolga’yı takımın sol tarafına koyup serbest oynatmaya başladı. Tolga top rakipteyken pres yapıyor, top takımdayken de pas bağlantısı olup hemen ceza sahasına koşu yapıyordu. Hem Gomis’in yanına ikinci forvet oluyor hem de dönen topları tamamlıyordu. Bu sayede Tolga ilk 7 haftada 6 gol buldu. Bu Tudor’un ilginç planıydı. Bu plan tuttu ve ve ilginç plandan taktir edilesi bir plana dönüştü.

Bu planlar işlerken, ilk 8 hafta 24 puanın tam 22 si toplanmışken birden Tudor’a bir şeyler oldu. Planları değiştiresi geldi. Sırada derbi vardı.

Ligde 9. Hafta geldi. Tudor birden üçlü savunma dizilişini Fenerbahçe derbisinde tekrar geçen sene olduğu gibi üç stoper ile kurdu. Maça Maicon-Denayer-Serdar üçlüsü ile başladı. Üçlü savunmaya sokulacak üçüncü stoper için sahadan çıkarılan oyuncu Rodrigues’di. 3 stoperin önünde Fernando vardı. Bu üçlünün önüne koyulan Fernando’ya da Fenerbahçe iyi pres uygulayınca takım yarı sahasından çıkamaz oldu. Rodrigues yedek, dolayısıyla kanatlardan top taşınamadı. Mariano oyun kuruyordu sadece ancak ilk 20 dakikadan sonra Fenerbahçe ona da önlem alınca takım tamamen kısır hale geldi. Sol taraftaki Tolga Ciğerci top almak, oyun kurmayı denemek zorunda kaldı. Tolga zaten bu yeteneklere sahip bir futbolcu değil. Tekniği kısıtlı. Galatasaray rakip sahaya geçmekte çok zorlandı. Serdar ilk yarıda sakatlandı, oyuna Latovlevici girdi ama takım yine oyun kurmakta çok zorlandı. Sonuç olarak Galatasaray yine neredeyse hiç pozisyona giremedi. Bir penaltı tartışması ve bir iki cılız şut ile maç 0-0 tamamlandı. Tudor iyi giden takıma kendi kendine çomak sokmuştu.

Bir sonraki hafta Trabzon deplasmanına giden Galatasaray bu sefer 4 savunma ile maça çıkıyordu ancak yine Rodrigues yedek ve bu kez takım 4-3-2-1 sistemi ile Gomis’in arkasında iki kişi ile oynuyordu. Tolga ve Feghouli forvet arkasındaydı. Topu Gomis’e getirmek neredeyse imkansız görünüyordu. Takım kendi yarı sahasından çıkamıyor ve Gomis’i neredeyse topla hiç buluşturamıyordu. Buna karşılık Tudor’un hamlesi topu karşı kaleye götürmek için bir şeyler yapmak olmalıydı ki, Tudor oyundan Gomis’i çıkarıp Eren’i oyuna sürdü. Bunun mantıksızlığını sanırım anlatmama gerek yok.

11. Hafta ise iç sahada Gençlerbirliği maçı vardı. Tudor bu kez yine farklı bir şey deniyor maça çift forvet çıkıyordu. Gomis-Eren ikilisi. Tam olarak 3-5-2 dizilişi ile ileride Gomis-Eren ikilisi ile Gençlerbirliği’ni 5-1 mağlup etti Galatasaray. Sırada Başakşehir maçı vardı. Ve akıllardaki tek soru şu idi: Tudor Başakşehir maçına da çift forvet ile çıkacak mı ? Maalesef Tudor bu sorunun cevabına evet demişti.

Evet geçen sene Josue’yi 8 numarada kullanarak Adana’yı 4-0 yenip bir sonraki hafta bu maça güvenerek Başakşehir maçına yine aynı şekilde çıkan Galatasaray’a 4-0 ile aynı tarife uygulanmıştı. Ve maalesef ki evet Gençlerbirliği maçına Eren-Gomis ikilisi ile çıkıp Gençlerbirliği’ni 5-1 yenince bir sonraki hafta Başakşehir maçına yine aynı şekilde çıkan Galatasaray’a bu kez 5-1 ile aynı tarife uygulanmıştı. Tudor hatalarından ders çıkarmayarak Galatasaray’ı 2 senedir büyük maçlarda tabir-i caiz ise rezil ediyordu.

Maalesef o gün artık benim için İgor Tudor adına hiç umut kalmamıştı. Haftaya Alanya’yi iç sahada 2-0 mağlup edince basın mensuplarına ‘hah nerdesiniz, yenilseydik 100 kişi olurdunuz’ tarzı bir şov yaptı. Haksız bir hareket sayılmazdı ama 5 yiyen Galatasaray hocası bu haklı şovu kesinlikle yapmamalıydı.

Galatasaray bir sonraki hafta ise Beşiktaş deplasmanında 3-0 mağlup olurken, çok daha feci bir skordan şans eseri kurtuldu. Bu maçı Tudor’a bağlayamayız, benim şahsen Galatasaray kariyerinde bir maça başlangıç planı olarak en beğendiğim maçıydı, Denayer-Q7 adam adama hamlesi vs çok iyi tutmuştu. Ama maç 46. Dakikada Muslera’nın hatası ile çözülünce 3-0 bitmişti. O günün en masumu Tudor’u. Ancak ortada bir gerçek vardı. Galatasaray, Igor Tudor döneminde Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor ve Medipol Başakşehir ile oynadığı 8 maçın 7'sini kaybetti, 1'inde ise berabere kaldı. Üstelik sadece 1 gol atarak. Bu gerçekten kabul edilemez bir tabloydu.

Artık herkes Tudor ile bazı şeylerin olmadığını görmüştü. Bazı görüp de söylemeyenler ise söylemeye başladı. Sadece 1-2 mağlubiyet daha aranıyordu yolların ayrılması için. İlk yarısı 0-2 biten maç Akhisar 4-2 Galatasaray lehine sonuçlanınca kaçınılmaz sondan 1 hafta daha kaçıldı sadece.

İgor Tudor kendisine yakışacak şekilde son maçına; üçlü savunmayı üç stoper ile kurdu ve iki 10 numara ile (forvet arkası Feghouli-Belhanda) üstelik kenarlarda Yasin-Linnes ile çıktı.Yasin'in arkasını da ağır Maicon ile toplamayı düşünüyordu. Sahaya 3-4-2-1 olarak dizilen Galatasaray futbolcuları ne yapacaklarını hiç bilmiyorlardı. Sonuçta Tudor'un son maçı olan Yeni Malatyaspor maçında yine bu diziliş hüsrana uğradı ve yine yeni yeniden Galatasaray hiç pozisyona girmeden, önde top dahi tutamadan 2-1 mağlup oldu.

Biraz futbolcular sıkılmış, biraz Tudor işi inada bindirmiş, çokça taraftar dolup taşmış, şampiyonluk umutları ise minimuma çok yaklaşmıştı artık. Bir kan değişimi vakti gelmişti. Tudor başarısız olmadığını söylerken, taraftarın da bir kısmı nefret ederken ayırdı iki taraf yollarını. Bu hikaye burada sona ermişti. Kimilerine göre de Tudor stajını Galatasaray'da tamamlamıştı. Buradan Tudor’un kariyeri nerelere gider bilinmez ancak kronolojik olarak olaylara baktığımızda Tudor’a verebileceğim tavsiye şu ki; hatalarından ders almayı bilmeli, inatçılığından da kimi zaman vazgeçmeli.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Wesley Sneijder Konusu

Fenerbahçe'nin Problemi